Milli Edebiyat Milli Edebiyat Dönemi Fikir Akımları Milli Edebiyatın Önemli Sanatçıları

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ FİKİR AKIMLARI

OSMANLICILIK

Osmanlıcılık, bütün Osmanlı tebaasının din ve mezhepten bağımsız olarak eşit yurttaşlık haklarına sahip olmasını savunan siyasi görüşün adıdır. 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı'ndan itibaren Osmanlı Devleti'nin resmi görüşü olmuş ve 1876 Kanun-ı Esasi'nin ana düşüncesini oluşturmuştur. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaygınlaşan milliyetçilik akımlarına karşı direnemeyerek etkisini yitirmiştir. Osmanlıcılık düşüncesi kendi döneminde daha çok İttihad-ı Anasır ("unsurların birliği") adıyla savunulmuştur. "Osmanlıcılık" adı Yusuf Akçura'nın 1903'te yayımlanan Üç Tarz-ı Siyaset adlı kitabının etkisiyle yaygınlık kazanmış ve daha çok Osmanlıcı düşüncenin karşıtları tarafından kullanılmıştır. Osmanlıcıgın amacı ise osmanlı devleti altında yasayan azınlıkları ve muslumanları bir araya getirmekti ve boylece Osmanlının içinde bulundugu durumdan kurtarılmasını saglamaktı 1836'da benimsenen "modern" Osmanlı başlığı fes, İttihad-ı Anasır düşüncesinin ve müslim-gayrımüslim eşitliğinin en önemli simgesidir. Osmanlı Devleti'nin son yıllarında fese karşı, İslamiyetin simgesi olan sarık, Türk milliyetçiliğinin simgesi olan kalpak ve Batıcılığın simgesi olan şapka üstünlük kazanmıştır.

Osmanlıcılığın Doğuşu

Osmanlıcılık, milliyetçilik akımının Osmanlı Devleti üzerindeki yıkıcı etkilerine karşı ortaya atılmış bir fikir akımıdır. II. Mahmut'un "Ben tebamdaki din farkını ancak camilerine, havralarına ve kiliselerine girdikleri zaman görmek isterim!" sözleri bu fikrin pratikteki en önemli göstergesidir. Osmanlı toplumunu kaynaştırmayı hedefleyen Osmanlıcılık akımı, fertlerin sosyal siyasi ve hukuki eşitliklerini sağlamak için faaliyet göstermiştir. Bu amaçla iki önemli çalışma yapıldı:

•Meclis-i Mebusanın açılması

•Kanun-u Esasinin ilanı Böylece meşrutiyet fikri ve programı yürürlüğe girmiş oldu. Osmanlıcılık fikrine taraftar olanlar, bütün Osmanlıların siyasi birliğini gerekli görüyorlar ve ortak yurt gereğini savunuyorlardı. İlk Anayasanın yürürlüğe girmesiyle Osmanlı toplumunda hukuki bir eşitlik, ilk meclisin açılmasıyla da siyasi bir eşitlik sağlanmıştır.

Osmanlıcılığın Çöküşü

Osmanlıcılık fikrini zayıflatan ilk büyük etki 1877 -1878 Osmanlı-Rus savaşı ve bu savaşın sonuçları oldu. Bu savaş sırasında Balkanlarda Osmanlı egemenliğinde yaşayan Hıristiyanların Müslümanlara kötü davranmaları, Rusların Rum ve Ermenileri kışkırtmaları, Müslüman halkta Hıristiyanlara karşı sert bir tepki doğurmuştu. II. Abdülhamit’in meşrutiyet yönetimine son vermesinde bu gelişmelerin büyük etkisi olmuştur. I. Balkan Savaşı Osmanlıcılık akımına kesin darbe vuran en önemli olay olmuştur. Milliyet duygusunun ve milliyetçilik akımının çok etkili olduğu bu dönemlerde Osmanlıcılık akımının başarılı olması beklenemezdi.

İSLAMCILIK

İslamcılık, 19. yüzyılın ortasında ortaya çıkan ve İslam dünyasını batı egemenliğinden ve geri kalmışlıktan kurtarmayı amaçlayan bir düşünce akımıdır.

  İslamcılık Akımı, İslam dünyasında daha önce de var olmuş yenileme-yenilenme (tec-dit-teceddüt) düşüncesine dayanan hareketlerden modernleşmeyi öngören yönüyle ayrılır. Daha önceki hareketler İslam dünyasındaki bozulmaları İslam'ın özüne dönerek düzeltmeyi amaçlarken İslamcılık Akımı'nda batıya yetişme, batı dünyası gibi olma özlemi ağır basar. Ama bu amaca dinin temel ilkelerinden ödün vermeden ve İslam dünyasını tek bir siyasal otorite altında birleştirerek ulaşmayı amaçlar.

  İslamcılar özellikle batının bilim ve teknoloji alanındaki yeniliklerini İslam dünyasının da mutlaka benimsemesi gerektiğini, İslam'ın bunu engellemediğini savunmuşlardır. İslam ülkelerinin tek kişinin otoritesine dayanan yönetim düzenlerinin değişmesini, eğitim sistemlerinin yenileşmesini ve yeni bir yaşam biçimi benimsenmesinin gerekli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Dinin bu değişmelere uyumu sorununun da içtihatla (din bilginlerinin yeni bir durum karşısında bu durumun dine uygun olup olmadığı konusundaki yorumu) aşılabileceğini ortaya atmışlardır.

   İslamcılık Akımı'nın kurucusu Cemaleddin Afgani'dir (1839-97). Afgani'nin Mısır'da başlattığı bu akım orada Muhammed Abduh (1845-1905) ve Reşid Rıza (1863-1935) tarafından sürdürülmüştür. İslamcılık Akımı'nın Hindistan'daki başlıca temsilcileri Seyyid Ah-med Han (1817-98) ve Seyyid Emir Ali (1849-1928) olmuştur. Osmanlı aydınlarının da ilgisini çeken bu akım özellikle II. Meşrutiyet döneminde (1908-18) bir hayli yandaş toplamıştır. Bu dönemde Şehbenderzade Ah-med Hilmi (1865-1914), Said Halim Paşa (1863-1921) ve Mehmet Akif Ersoy (1873-1936) bu akımın öncülüğünü yapmışlardır. Ama I. Dünya Savaşı sonunda İslam dünyasının iyice parçalanması milliyetçilik akımlarının güçlenmesine yol açmıştır. 1960'larda İslam dünyasında yeniden tartışma alanına çıkan İslamcılık, günümüzde daha değişik yönelimler kazanarak varlığını sürdürmektedir.

TÜRKÇÜLÜK

Türkçülük Akımı,19. yüzyılın ikinci yarısında bir grup Osmanlı aydınının temelini attığı, II. Meşrutiyet döneminde ise hem düşünsel, hem de siyasal alanda etkili olmuş bir akımdır. Türkçülük düşüncesinin olgunlaşmış biçimi olan Türk milliyetçiliği Cumhuriyet döneminin egemen ideolojisi olmuştur.

    1789 Fransız Devrimi'nden sonra hızla Avrupa'ya yayılan milliyetçilik akımı 19. yüzyılda çok kavimli bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu'nu da etkiledi. 1821'de başlayan Yunan ayaklanması bunun ilk örneğiydi. Bunu Sırplar, Bulgarlar, Rumenler, Arnavutlar gibi Balkan halklarının ulusal devletlerini kurma yolundaki hareketleri izledi. İmparatorluk parçalanırken Osmanlı devlet adamları çeşitli reformlarla devleti ayakta tutmaya çalışıyorlardı. Bu reform hareketlerinin en kapsamlısı olan Tanzimat bile milliyetçilik hareketlerinin güçlenmesini önleyemedi. 19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde yalnız Balkan halkları arasında değil, başta Anadolu olmak üzere imparatorluğun hemen her yerinde yüzyıllardır Türkler'le birlikte yaşayan Rumlar ve Ermeniler arasında da milliyetçilik yaygınlaştı. Gene bu dönemde imparatorluğun Müslüman nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan Araplar da milliyetçi akımlardan etkilenmeye başladılar.

    Bütün bu gelişmelere karşılık Osmanlı aydınları 1860'lara kadar milliyetçi akımlara uzak durdular. Ama batı ile gittikçe artan ilişkiler sonunda Osmanlı aydınları arasında da milliyetçi uyanışlar baş gösterdi. Bunun ilk belirtileri tarih ve dil alanında görüldü. O zamana kadar İslam tarihinin uzantısı olarak ele alınan Osmanlı tarihi dışında da Türkler' in bir tarihi olduğu keşfedildi. İlk kez İslam öncesi Türk tarihine el atıldı. Bu alandaki gelişmelerde batıdaki Türkoloji araştırmalarının da etkisi büyük oldu.

   Şinasi ve Ziya Paşa'da ilk izleri görülen dilde Türkçülük hareketi Ahmed Vefik Paşa' nın sözlük, atasözleri ve Türkçe'nin çeşitli lehçeleri üzerindeki çalışmalarıyla yeni bir nitelik kazandı. Ahmed Vefik Paşa Lehçe-i Osmani (1876-88) adlı sözlüğünde ilk kez Türkçe sözcükleri ayrı bir bölümde topladı. Onu izleyen Şemseddin Sami 19. yüzyılın son yılında yayımladığı sözlükte (Kamus-ı Türki) ilk kez Türkler'in konuştuğu dili Türki (Türkçe) olarak adlandırdı. Basın da bu yoldaki çalışmalara olanak hazırladı. Ahmed Midhat Efendi, çıkardığı Tercüman-ı Hakikat gazetesinde Türkçe'nin yalınlaşması için çaba harcadığı gibi Türkoloji araştırmalarına da yer verdi. 1894'te yayımlanmaya başlayan İkdam gazetesi de Türkçüler'in toplandığı bir merkez oldu. Burada Necip Asım (Yazıksız), Veled Çelebi (İzbudak) dil ve tarih konularında Önemli yazılar yazdılar. Necip Asım Türk Tarihi (1900) adlı bir kitap yazdı. Gene bu dönemin Türkçülerinden Emrullah Efendi, Bursalı Tahir Bey, Fuad Bey (KÖseraif) ve Necip Bey (Türkçü) kültür bilincinin uyanmasına katkıda bulundular. Mehmed Emin Bey' in (Yurdakul) 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı sırasında yayımladığı Türkçe Şiirler adlı kitabı da işlediği temalarla Türkçü düşüncenin daha geniş çevrelerce tanınmasında önemli rol oynadı.

    Bu arada Rusya'da çarlık yönetiminin baskısı altında yaşayan Türkler arasında da ulusal uyanış hareketi başlamıştı. Kırım'da Gaspıralı İsmail Bey'in, Kazan'da Şahabeddin Mercani ile Abdülkayyum Nasıri'nin, Kafkasya'da da Feth Ali Ahundzade'nin öncülük ettiği bu hareket yeni kuşak aydınlar arasında da birçok yandaş bulmuştu. Bu aydınların gerek yayın organları yoluyla, gerek doğrudan Osmanlı aydınları ile ilişki kurmaları düşünce alışverişini de hızlandırmıştı. 1900'lerin başında II. Abdülhamid yönetimine karşı mücadele eden Jön Türkler arasında da Türkçü düşünceler tartışılmaya başlandı. O güne kadar Jön Türkler yalnızca meşrutiyet rejiminin geri getirilmesi için çalışıyorlar, Osmanlı birliğini korumayı da temel alıyorlardı. İlk kez, Kırımlı bir aydın olan Yusuf Akçura Türkçülük'ü Jön Türkler'in gündemine getirdi. Yusuf Akçura artık Osmanlı birliğini savunmanın olanaksız olduğunu, Türkler arasında ulusal bilincin yaygınlaşması için çalışmak gerektiğini ileri sürdü. Ahmet Ağaoğlu, Tunalı Hilmi, Ahmet Ferid (Tek) gibi Jön Türkler de onu desteklediler. Böylelikle Türkçülük siyasal bir nitelik de kazanmaya başladı.

    Türkçülük 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra örgütlü bir hareket durumuna geldi. Türkçüler hem iktidara gelen İttihat ve Terakki içinde yer alarak bu örgütün düşünsel yapısını biçimlendirmeye, siyasal yönelimlerini etkilemeye çalıştılar, hem de Türk Derneği, Türk Yurdu, Türk Ocakları gibi kendi örgütlerini kurarak kültürel alandaki etkinliklerini artırdılar.Bu arada İttihat ve Terakki'nin genel merkez yöneticileri arasına giren Ziya Gökalp, Türkçülük düşüncesini sistemli bir ideoloji haline getirme yolunda çalışmalara koyuldu. Bu dönemde Selanik'te çıkan Genç Kalemler dergisinin de dilde Türkçülük'ün olgunlaşmasında önemli rolü oldu. Ömer Seyfettin'in bu dergide çıkan "Yeni Lisan" adlı yazısı ulusal bir dil ve edebiyat yaratılması yolundaki çabalara öncülük etti.

    Osmanlıcılık, Batıcılık, İslamcılık gibi II. Meşrutiyet döneminin öbür düşünce akımlarına bağlı kişilerle zaman zaman sert tartışmalara da giren Türkçüler, İttihat ve Terakki'nin 1913'te yönetime tek başına egemen olmasından sonra belirgin bir üstünlük elde ettiler.

Bütün Türkler'in bir bayrak altında birleşmeleri ülküsünü ifade eden ve Ziya Gökalp'in Türkçülük'ün son hedefi olarak nitelediği Turan düşüncesi bazı kişilere I. Dünya Savaşı koşullarında hemen gerçekleşecek gibi göründü. Böyle düşünenlerin başında gelen Enver Paşa'nın bu uğurda giriştiği askeri harekât binlerce Türk gencinin kanının dökülmesine neden oldu.

    I. Dünya Savaşı Osmanlı Devleti'nin de aralarında yer aldığı İttifak Devietleri'nirt yenilgisiyle sonuçlandı. Savaş sırasında iktidarda bulunan İttihat ve Terakki ile onun ideolojisi Türkçülük bu yüzden sert eleştirilere uğradı. Ama Kurtuluş Savaşı'nın başarıya ulaşması ve Anadolu'da ulusal temele dayalı yeni bir devletin kurulması Türkçülük'e yeniden itibar kazandırdı. Ziya Gökalp'in bu gelişmeleri dikkate alarak yeniden biçimlendirdiği Türkçülük, Türkiye Cumhuriyeti'nin ideolojik yapısının oluşmasında etkili oldu.

BATICILIK

Türk düşünce tarihinin en temel kavramlarından ve özlemlerinden biri olarak karşımıza çıkan ‘batılılaşmak / modernleşmek / çağdaşlaşmak terimlerini günlük dile çevirmek gerekirse, en yalın ve en doğru ifadeyle bunun ‘daha iyi ve mutlu yaşamak’ özlemi olduğunu söyleyebiliriz. Oysa sürecin kendisine, yani Batılılaşma ya da modernleşme olgusunun evrimine baktığımızda, hele bunu dünya bağlamında ele aldığımızda meselenin bir hayli karmaşık olduğunu görürüz.

    Çünkü tarihsel verilere göre, Osmanlı Devleti`nin Batı`ya yönelişindeki en önemli etken, devletin hükmetme yollarının uğradığı bozgun ve yıkımdır. 18. yy. boyunca yoğunlaşan ve üst-üste gelen askeri başarısızlıklarda somutlaşan 19. yüzyıl boyunca tartışılan konu bir ölçüde Osmanlı dünya görüşünün kendisini üreterek dönüştüremediği için bozgunudur. Batı`nın siyasal ve sosyal baskısıyla egemenliğini yitirmek, dolayısıyla yok olmak tehlikesi karşısında, devlet, bazı kurumları Avrupa`daki örneklerine uygun olarak batılılaştırma yolunu seçer. Arzulanan şey ise, kaybetmek üzere olduğu egemenliğini korumak için merkezi idareyi güçlü kılmaktır. Dünya görüşü tartışmaları, pratik endişeler sebebiyle henüz yapılmamaktadır. Ama uygarlık objesi: Batı`dır.. Bu nedenle Tanzimat’tan sonra devleti kurtarmak ve modernleştirmek yolunda ortaya çıkan fikir akımlarından biri de  o dönemdeki deyimiyle Garpçılıktır. Batılılaşma, genç Cumhuriyet’in altı ilkesinden önem sırasıyla ulusçuluk, laiklik, inkılapçılık ve cumhuriyetçilik ilkeleriyle yakından bağlantılıdır. Batılılaşma çoğu zaman modernleşme/çağdaşlaşma ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Bir mecaz denemesiyle, Altı Ok’tan dördünü atan yay, Batılılaşmadır. Yukarıda anılan dört ilkenin de başarı ölçütü Batılılaşma olarak görülmüştür.

    Tanzimat’tan beri Batıcı Türk aydınlarının büyük bir bölümü İslâm’ı Doğululuğun esası olarak görmüş, yenileşmenin ve ilerlemenin önündeki engel olarak hedef göstermiştir.

    İkinci Meşrutiyet’te Batıcılık akımının başlıca savunucuları;, Abdullah Cevdet, Ahmet Rıza, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı, Tevfik Fikret, Mustafa Asım, Mahmut Sadık olarak sayılabilir. Genel olarak bu yazarlara göre gerileme Batı uygarlığından kopuk kalmaktan kaynaklanmaktadır. Bu kopukluğun başlıca nedeni İslam dinidir. Hayatın her alanında şeriatın hükmü, tutucu bir güç olarak, her değişmeye karşı önleyici bir etken olmuştur; Hayat fosilleşmiştir.”Bunun için kökten Batıcı Ahmet Muhtar`a göre Ya Garplılaşırız, ya mahvoluruz.”Dr. Abdullah Cevdet`e göre Batı uygarlığı gülü ve dikeniyle alınması gereken bir bütündür. Tek hedef “Avrupa uygarlığını benimseyerek Avrupa`nın bir parçası haline gelmek olmalıdır. Osmanlı Devleti`nin bu geriliğinin nedeni dünya işlerini hükmü altına alan bir din-devlet bileşimi sistemidir.

Batıcılara göre Osmanlı Devleti’nin en büyük sorunu Batılı olmamaktan kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile tek kuruluş yolu vardır; o da bu yüzyılın düşünce ve gereksinimlerine uygun uygar bir devlet ve toplum halini almaktır. Yani bilimsel anlamıyla batılılaşmaktır. Ona gitmek zorunludur.

Batıcılar bu işin nasıl olacağı konusunda ise hemfikir değildirler. Batı’nın bir bütün olduğunu gülü ve dikeni ile benimsenmesini savunan Abdullah Cevdet ve arkadaşları birinci grubu oluşturur. Bu noktada Abdullah Cevdet Batı’yla çatışmayı “Bal kabağının Krupp güllesiyle çarpışması” olarak değerlendirir ve tatlı fakat boş bir hayal olduğunu ifade eder.

    İkinci grubu oluşturan Celal Nuri ve arkadaşları ise Batının yalnız teknolojisinin alınması gerektiğini, Osmanlı Devleti hakkında düşmanca duygular besleyen Batıya kültürel açıdan karşı çıkılmasının kaçınılmaz olduğunu savunur.

     Batıcılar İttihad-ı Anasır yani Osmanlı birliğine taraftardırlar. Bu anlamda Tanzimat ve Tanzimatçılığı savunmaktadırlar. Bu görüşlerin yanı sıra Batıcılar o dönem için köktenci diyebileceğimiz düşünceleri de savunmaktadırlar. Bunların arasında padişahın tek eşli olması, fes’in atılarak şapkanın benimsenmesi, kadınların diledikleri tarzda giyinmelerine ve dolaşmalarına izin verilmesi, mevcut abecenin atılarak Latin abecesinin benimsenmesi, okuyuculuk, üfürücülük, falcılık vb. davranışların yasaklanması, medreselerin kapatılarak batı kolejleri tipinde okulların açılması, birer tembellik yuvası olan tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi yürekli isteklerde bulunabilmişlerdir.

Fakat Batıcılık düşüncesini savunanlar bu dönemde bir siyasal oluşum içinde toplanmadılar. Genellikle dağınık kaldılar. Ancak, düşüncelerinin önemli bir kısmı Cumhuriyet’in ilanından sonra uygulama alanı buldu.


Edebibilgiler.com 2009 ©  Her hakkı saklıdır.